ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / EDEBİYAT
Okunma Sayısı: 151
Yazar: Ömer Lekesiz
NEYDİ "BİZİM" EDEBİYATIMIZ?

Meslek ya da zevk olarak edebiyatla ilişkili / ilgili olan Müslümanların, Batı edebiyatının hayranları olarak devşirildiklerini; onun talim ve terbiyesine maruz bırakıldıklarını, dolayısıyla günümüzde artık açık ya da gizli bir şekilde Batı edebiyatını taklit ettiklerini; aşağıda anlatacağımız sebeplerle bu taklit uğruna fâsıklığı gönüllü olarak giyindiklerini… ne kadar mümkün olabiliyorsa o kadar unutalım. Gerçeklik, kurgu, kurma, kurmaca, öz ve biçim… vb. modern Batı edebiyatının izah vasıtaları olan kutsal kaselerini de unutalım.

Bu unutmalardan sonra yine ne kadar mümkün olabiliyorsa Müslümanların kendi inanç ve kültürleri doğrultusunda talim ve terbiyesine tabi oldukları edebiyatın ne olduğunu ana hatlarıyla anlamaya çalışalım:

Edebiyat nevzuhur bir kelimedir. Evvelinde edeb, edeb-i kelâm, edebî vardır, sonra edebiyat kelimesi 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kullanılmaya başlanmıştır.

Edebiyatın evvelde kelime olarak yokluğu -onu da ihata eden- şu iki kelimenin varlığı nedeniyledir: Şiir ve inşa!

Şiir ve inşanın idrake bağlı olduğu malumdur. Bu minvalde bir anlayış edinebilmek için şiiri şuurdan, mimariyi inşadan doğurtmamız gerekir.

Bu kelimeleri burada mefhum, ıstılah, terkip… esasında ayrıca açıklamıyoruz çünkü, mezkûr unutmaların mümkün kılacağını zannettiğimiz hatırlamada tafsilata yer yoktur. Eğer varsa orada arzulanan ya da gereken hatırlama yoktur.

Diğer bir söyleyişle edepten edebiyata açılan fikir, söz konusu kelimeleri kendiliğinden -hak edilmiş talim terbiye eşliğinde bir bilmeyle- bilmeyi iktiza eder.

Aksi halde malum hatırlamayı o meşum devşirmenin etkisinde yapıyor oluruz ki, bu da bizim hatırlamaya dahil olan kelimeler hakkında aslında görüşsüz, daha doğru bir kelime ile bilgisiz ve dolayısıyla cahil olduğumuzu gösterir.

Gerçekte ise ezber nedeni, düzeyi, şekli… ne olursa olsun edebiyatımıza bunları unutma maharetiyle ‘tekrar’ bakabilecek bir Müslümanın kendi asli idrakinden, şiirinden ve onun inşasından habersiz olması asla düşünülemez.

Örneğin Shakespeare’i okuyan bir İngiliz edebiyatçısı onun ‘pocket’ kelimesini hangi anlamda kullandığını hemen bileceğine göre, bizim edebiyatçımız da Namık Kemal’i okurken onun ‘irsad’ ile ne murat ettiğini derhal bilecektir.

Hal böyle olunca ‘edebiyatçılık vasfı’nın kolay elde edilmediğinin de bir işareti olarak, bizim bu zamandaki şairlerimiz için söz konusu kelimeleri açıklamaya kalkışmamız, her şeyden önce onlara yöneltilmiş bir hakaret gibi duracaktır. Oysaki biz, Cağaloğlu’nda büyük üstat edasıyla yürüyen edebiyatçılarımıza bunu reva görmeyiz ve onları asla cahil sayamayız.

Konunun bu yönünü sağlama aldıktan sonra idrak meselesine gelecek olursak: Muallim Naci’nin de Istılahat-ı Edebiyye’sinde kaydettiği üzere, nutuk (söz) yaratılalı beri şiirin var olduğuna, ilk şiirin Habil’in Kabil tarafından katledilmesi üzerine babaları Hz. Âdem (as) tarafından söylendiğine inanıyor ve şiire ilişkin ilk idrakimizi de bu bilgiye göre oluştururuz. Bununla -yine Muallim’in kelimeleriyle- şiiri insanlığın ‘senedi’ olarak Allah ile Âdem (İlah ile insan) arasında aktedilen ‘ilk antlaşma’ya yorar ve bir şair olarak diyelim ki hacıların Kâbetullah’ı tavafları hakkında kelam ediyorsak -ki kelâm ve mütekellim belâgatın şartıdır-, o nutka (söze), antlaşmaya ve evlat acısına demir atarız.

Burada nutku, antlaşmanın önüne alıyoruz çünkü söz (akt / ahit) konuşabilenler içindir; acıyı sona alışımız da ‘Dert söyletir’ fehvasıncadır.

Ahitleşmenin özü: Allah’a ortak koşmamak ve bunu her düşünceyi, eylemi sadece ve sadece O’na hasretmek suretiyle tevhit esasında kabul ve ikrar eylemektir.

Kültür tarzlarından bir tarz olarak şiirden anlamamız gereken de mezkûr tevhit uyarınca “kendimizi Allah’ın muradı ve O’nunla yaptığımız ahit doğrultusunda dönüştürmek”tir.

Bu manada Allah’ı tek ilah olarak bilmek, kendini, âlemi, dünyayı ve ahireti, şeriatı bilmek… evvel emirde yaratılıştaki ve yaşadığımız hayattaki ahengi / mizanı / ölçüyü bilmektir.

Âlem, şair için insandır; şairin şiiri de insanın âlemindendir.

Dolayısıyla şair şiirini varlıktan alır -ve önce- insana verir.

Bu hakikat şairi idraki nedeniyle hemcinslerinden farklılaştırır ve onu tevhit merkezinde şiir alemine mahsus araçların, şartların, hükümlerin içinde tutar.

Bu farklılaşma nedeniyle şair müziğin, mimarinin, belâgatin, bediiyyatın, edebliliğin, edebiyatın… mülkünde tasarruf etme hakkını elde eder.

Tâhirü’l-Mevlevî de nazmı “Bir mûsikî-yi beyandır” şeklinde açıkladığına göre, şair âlem-insan-insanlık âlemi üçlüsünde ikamet ediyor olmalıdır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
08-08-23
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
NEYDİ "BİZİM" EDEBİYATIMIZ?
Online Kişi: 8
Bu Gün: 149 || Bu Ay: 9.811 || Toplam Ziyaretçi: 2.222.243 || Toplam Tıklanma: 52.174.090